Yemek
sonrası 1894 de yapılan, Agatha Christie, Mata Hari, Greta Garbo,
Şah Rıza Pehlevi gibi ünlüleri de ağırlayan Pera Palas'ı
gördükten sonra tekrar Tünel Meydanı'ndayız.
Karaköy ile
Beyoğlu'nu birbirine bağlayan Tünel, dünyanın en kısa ve en eski
metrolarından biri. Yakın zamanda 139. yılını doldurdu. Hemen karşısında Tünel Cer Atölyesi'nin
varlığı da sorunu yerinde çözmenin yolu olsa gerek (Cer Atölyesi; lokomotif ve vagon onarım-yapım yeri). Tünel
Meydanı'ndan Galip Dede Caddesi'nden aşağı doğru yürürken solda Galata
Mevlevihane'si var. 1492 yılında yapılan tekke, en eski mevlevi
tekkesi ve aynı zamanda Divan Edebiyatı Müzesi. Mevlevi
şeyhlerinin yanında; Osmanlı topçu ocağının humbaracı kolunu
geliştiren Humbaracı Ahmet Paşa, Türkiye'de ilk matbaayı kuran
İbrahim Müteferrika, Neyi Osman Dede ve Şeyh Galip gibi ünlülerin mezarı da
buradaymış. Daha önce burada hafta sonları yapılan bir sema gösterisine katılmıştım, sanırım hala devam ediyor. Galip Dede Caddesi'nden aşağı Galata Kulesi'ne doğru yola
devam ederken müzik aletleri, hediyelik otantik eşyalar satan
dükkanlar , kafeler derken geldik Galata Kulesi'ne. 528 ylında Bizans
İmparatoru tarafından fener kulesi olarak ahşaptan yaptırılan
bina, 1348 yılında Cenevizliler tarafından taştan yaptırılmış.
Osmanlılar kuleyi; hapishane, yangın kulesi olarak kullanmış.
1960 yılında restore edilen kule şimdi trustik amaçla
kullanılıyor. Kulenin hemen karşısındaki çeşme; Galata'nın
ilk voyvodası (vali) Bereketzade Hacı Ali Ağa tarafından yaptırılmış.
Kulenin seyir terasına ulaşmak için asansörde biraz sıra olsa da İstanbul'u tepeden seyretmek için yukarı çıkmaya değer.
Yemekten
sonra da Galata Kulesi'ne doğru yola devam ettik. Bana İstanbul
Boğazı'nın, Haliç'in ve Marmara'nın ayaklarımın altında
olacağını söylememişlerdi. Daha doğrusu ben bu kadarını
tahmin etmemiştim. Köprüler ve birçok tarihi eseri ve onların
yerlerini görme fırsatı edindim. Yorucu ama güzel bir geziydi.
Hep görmek istediğim iki yeri daha görmüş oldum.