Yorgunluk
ve halsizlikle geçen on günün ardından merhaba. Ben yazamayınca kızımın da canı
istemedi.
Bu
hafta sonu İzmit Değirmendere'ye gittik.Balkonda oturup çay içip deniz havasını
içimize çektik. Biraz depolayabilirsek Ankara'da işimize yarar diyerek.
Deniz
kıyısında yürüyüş yaptık. Depremden sonraki hızlı yapılaşma ''yine ders
almamışız'' diyerek içimizi sızlatsa da güzellikler görmeyi tercih ederek
sahildeki parkta dolaşıp, ahşap heykelleri inceledik.
Bir zamanlar Değirmendere
ahşap heykel festivalleri ile anılırdı, şimdi yapılıyor mu hiç duymadım (2012
de yapılmış).
Altınova
tarafına gidip çiçek seralarını gezdik. Yani gözümüzü yeşile ve maviye
doyurduk. Gezdiğimiz Florium adlı serada bazı çiçeklerin bakımı hakkında bilgi
aldık. Balkonumuzda yetiştirebileceğimiz cinsleri öğrenip onların arasından ben
begonya, kızım petunyalardan seçti. Petunyaların asılabilir olanlarında aklım
kaldı. Daha önce bir dergide okuduğum dikey bahçeleri hatırlattı. Şehirlerde,
dar mekanlarda duvarları bahçeye dönüştürmek diyebilirim. Önümüzdeki bahara
petunyalarla balkon duvarımı bahçeye dönüştürebilirim.
Kivinin,
asmaya benzer minik ağaççıklardan oluşan kivi bahçelerinde yetiştiğini de
öğrendik.
Annemin de dediği gibi bu hafta sonu
Değirmendere’deydik. Değirmendere’yle çok aram yoktur. Yani yoktur derken
İstanbul ve Ankara gibi değildir. Değirmendere’nin en güzel yanı bana göre iki
tane. Birincisi tabii ki deniz, deniz havası. İkincisi ise çiçekleri ve
ağaçları. Bahçe ve toprakla uğraşmayı çok seviyorum hele bu çiçekler rengarenk
ve kokuluysa. Gittiğimiz seradan iki çiçek aldık. Birini annem beğendi. O
çiçeğin rengi turuncu kırmızı arası. Zaten annem ne renk beğenir? Ben hangi
renk mi beğendim? Tabii ki pembe. Diğer renklerdekiler de güzeldi ama pembe
olana bayıldım. Hani şu alta doğru sarkan çiçeklerden. Balkonumuza asacağız ve
ben bakacağım.
Değirmendere'den Ankara'ya dönerken yazıyorum. Şimdi Bolu
tünelini geçtik. Uzunluğu ve ışıkları yüzünden bu tüneli küçüklüğümden beri
severim. Good Luck.