Ankara
Kalesi'nin ne zaman yapıldığı tam bilinmiyor. Hititler tarafından
yapıldığı sanılıyor. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı gibi bir
çok uygarlık döneminde kullanılmış, onarılmış, ilaveler
yapılmış. İç kale ve çevresini kuşatan dış kaleden oluşur.
Dış kale eski Ankara şehrini çevirir. İç kalenin iki büyük
kapısı var. Biri dış kapı diğeri ise hisar kapısı. İç kale
bozulmadan günümüze kadar gelmiş. İç kalenin en yüksek yeri
halk arasında Alitaşı olarak da bilinen Akkale. Kaleiçi
mahallesinde 2-3 katlı ahşap eski Ankara evleri (alt katlar kışlık,
üst katlar yazlık, cumbalı, cihannümalı-yazlık odalı)
görülebilir. Bu eski Ankara evlerinin bir kısmı restore edilerek,
restaurant, kafe, butik otel olarak kullanılıyor. Resimlerde
görüldüğü üzere restorasyon ve yol çalışmaları halen devam
ediyor. Kaleye çıkıp tepeden Ankara manzarasına bakmak için
ilerlerken biraz kararsız kalınca kendi yaptığı el örgüsü
çantaları satan bir hanım; gel gel çekinme bizim buraların adı
çıkmıştır ama öyle kötü şeyler olmaz diyerek benimle gezdi.
Çocuklar kalede oynayarak büyüdü de ben hiç içine girip
buralara çıkmadım, seninle gezeyim sen de çok fotoğraf çek
internetine koyarsın, mahallemiz, manzaramız güzeldir diyerek
içimi ısıttı ve beni gülümsetti. Evlerinin dışını belediye,
içini de kendileri onarabilirlerse mahalleleri daha güzel
olacakmış. İnşallah doğal hali bozulmadan istekleri gerçekleşir.
İpek
yolu ve ticaret geliştikçe şehrin çevresindeki hanlar da artmış.
Bu hanlarda tiftik, yapağı, yün, deri, hububat, kuruyemiş ve
sebze ticareti yapılmış. Tabi ki Evliya Çelebi'nin de
seyahatnamesinde söz ettiği, Ankara'ya has keçi kılından dokunan
ve sof adı verilen kumaş ticareti de. Yaklaşık 54 handan günümüze
12 tanesi ulaşabilmiş. Hanlar, ticaret ve konaklama merkezi olarak
kullanılan yerlermiş. Bedesten ise kumaş ve bez satmak üzere
yapılmış kapalı çarşılarmış. O zamandan bu zamana ulaşabilen
hanlardan bir kısmı onarım görmüş, farklı amaçlarla
kullanılıyor. Bir kısmı da kaderine terk edilmiş halde.
Çengelhan; Ankara'nın sanayi müzesi. Çukurhan; Çengelhan'ın
hemen yanında, otel olarak kullanılıyor. Pirinçhan ve Suluhan;
birbirinden değişik, otantik ürünlerin satıldığı dükkanlara
ev sahipliği yapıyor. Kurşunlu Han ve Mahmut Paşa Bedesteni;
Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak kullanılıyor. Atatürk'ün
isteği ile kurulan Eti Müzesi'nin adı daha sonra Anadolu
Medeniyetleri Müzesi olarak değiştirilmiş . Anadolu Medeniyetleri
Müzesi ve Etnografya Müzesi cumhuriyetin ilk kurulan müzeleri ve
halen hizmet vermeye devam ediyorlar. Bedesten; Fatih Sultan Mehmet
zamanında sadrazam Mahmut Paşa tarafından yaptırılmış.
Paleolitik Çağ'dan Tunç Çağı'na uzanan, Asur'lardan Urartu'lara
dek Anadolu'nun eski uygarlıklarına ait pek çok eser sergileniyor.
Kurşunlu Han ise daha çok müzenin; depo, atölye, kütüphane,
idare gibi hizmetleri için kullanılıyor. Pilavoğlu Han, Kıbrıs
Han, Safran Han da günümüze ulaşabilenlerden.
Kale
ve çevresine gitmek çok da kolay. Ulus'tan geçen her otobüs,
minibüsle ulaşılabilir. Anafartalar caddesinden yürüyerek
merdivenlerle ya da yokuş yukarı kaleye çıkmak mümkün. Ya da
Altındağ Belediyesi tarafından Koyunpazarı yokuşundan çıkarak.
Her iki taraftan da keyifle yürüyerek kale, çevresi, hanlar ve
müzeler gezilebilir.
Kış
biterken isimli yazıda fotoğrafını koyamadığım bir kaç
örgünün fotoğrafı bu güne kaldı. Kışın son okunanlar da. Ayşe
Kulin'in ve Debbie Macomber'in son bir kaç kitabının yanında
Ferzan Özpetek ve Selim İleri'nin kitaplarını okudum.
İstanbul
Kırmızısı Ferzan
Özpetek'in İstanbul'unu anlatıyor. Ünlü sinemacı, kitaptaki
sayfaları çevirip yeni bölümlere geçtikçe sanki film sahnesi
değişiyormuş gibi hissettirerek İstanbul'u ve aşkı anlatmış.
Yani ben öyle hissettim. Bu ilk kitabı, umarım devamı gelir çünkü
değişik ve güzel. Elimden bırakamadan bir günde okuyup bitirdim.
Selim
İleri'nin okuduğum kitabının adı ise İstanbul Mayısta
Bir Akşamdı . Yazar daha
önce de İstanbul ile ilgili kitaplar yazmıştı, bu sonuncusu.
İstanbul anıları, İstanbul'u anlatan romanlar ve yazarları,
şehrin dünü ve bu günü, sokakları, günlük hayatı, yemekleri
gibi her şeyinden ayrıntıyla söz etmiş. Hani kitabı elimize
alıp çıksak anlattığı sokakları, tarif ettiği evi, ağacı,
çiçeği elimizle koymuşçasına buluverecekmişiz gibi.
Bahar
geldi sayılır. Artık uzun yürüyüşler ve parkların zamanı.
Ağaçlar çiçeklendi. Güneş parıldıyor. Gözüm bir çiçeklerde
bir gökyüzünde. Ben henüz göçmen kuşları göremedim ama
''yasayanbahar.org/springalive.net''sitesinden bakıyorum gelmişler
mi, gören var mı diye. Baharın habercisi kuşların sesini
dinleyip mutlu oluyorum. Çocuklar için de güzel bir site, oyun
oynayarak doğayı ve kuşları hem görünümleri hem de sesleriyle
tanıyabiliyorlar. Ben de kırlangıç sandığım kuşların ebabil
olduğunu bu siteden öğrenmiştim. Kuşları görüp fotoğraflarını çekemedim ama çiçek ve ağaçların fotoğraflarını çekebildim.
En
temel besinimiz, nimet, hem çok severek yediğimiz hem de
kilolarımızın sorumlusu olarak suçladığımız, sofralarımızın
olmazsa olmazı.
Son
yıllarda ekmek, süt, yoğurt gibi temel gıda maddeleriyle ilgili
çok tartışma yaşanıyor. Esmeri mi beyazı mı, fırında mı
ekmek makinesinde mi derken ekmeği anlatan güzel bir kitap buldum.
Emine Şahin'in Gerçek Ekmek ve Ekmekle İlgili Tüm
Gerçekler isimli kitabı.
Kitapta ekmeğin geçmişten günümüze serüveninden tutun da
ekmekle terapiye kadar pek çok şey bulmak mümkün. Tabii ekmek
tarifleri de. Neler mi öğrendim? Gerçek ekmeğin; temiz su, gerçek
un, kaya tuzu ve ekşi maya ile yapıldığını. Rafine beyaz un,
rafine beyaz şeker, homojenize bitkisel yağ ve fırıncı mayası
ile yapılanın endüstriyel unlu mamül olduğunu. Unun taze
öğütülmüş olması ve içerdiği gluten proteini miktarının
ekmeğin kalitesini belirlediğini. Gerçek gıdanın yerel, yeşil,
yavaş ve adil olduğunu. Doğal olan buğdayı işlerken
kaybettiklerimizi karşılamak için eklediğimiz katkılarla nasıl
yapay hale getirdiğimizi ( rafine beyaz un elde ederken ayrılan
kepek/rüşeymi sonradan eklemek veya ayrıca satmak gibi). Ekmek
yapma becerisinin, zamanı ve fermantasyonu idare etme sanatı
olduğunu. Probiyotikli yoğurt reklamı da ne, yoğurt zaten
probiyotik değil mi sorumun cevabını da. Yoğurt, peynir, kefir,
sirke, turşu, boza, tarhana, ekşi hamur, sofralık zeytin ve şarap
hepsi fermantasyonla oluşuyor. Fermantasyon ile gıdanın lezzeti
artar, besleyici özelliği olmayan maddeler azalıp, vitaminler gibi
yararlı maddelerden zenginleşir. Ayrıca pişirme süresi ve
kullanılan yakıt azalır. Yazar; ülkemizdeki ekmek hikayeleri,
ustaları ve ekmek reçetelerine ulaşmayı, müze fırını, gerçek
ekmek sempozyumları ve festivalleri düşlüyor. Ne hoş olurdu
değil mi? Umarım düşleri gerçekleşir. Ben de keyifle okur,
gezer/katılır ve tadarım. Ya siz? Ekmek yapmak sandığımdan daha
zahmetli, zaman ve sabır isteyen bir işmiş. Şimdilik ekmek
yapmayı denemeyeceğim ama sonra neden olmasın. O zaman kendi
ekmeklerimin de fotoğraflarını koyabilirim. Ekşi mayayı sadece
ekmekte değil hamur işlerinde de kullanabilirim sanırım. Bu benim
denememi daha hızlandırabilir. Çiçek şeklindeki pazılı-peynirli
böreği fırından aldığım ekmek hamuru ile yapmıştım. Bir
sonrakini kendi yaptığım ekşi mayalı hamurla deneyebilirim.